5 Eylül 2012 Çarşamba

Çok, çok uzun zamandır bir blog, daha da çok bir günlük tutmak istiyorum. Ekşi sözlük, Facebook filan olsun biraz denemedim de değil. Neden yapmadım? Daha da doğrusu yapamadım, bilmiyorum. Sanırım özelimi çok paylaşmak istemiyorum. Sözlükte biraz daha kolay bu işler. Sonuçta nick denen bir şey var. İyi kötü arkasına saklanabiliyorsun. Facebookda'da çok özele girmeden, biraz yüzeyden, kaymaktan, bu işi götürebiliyorsun...

Blog.. Günlük.. Biraz daha özel sanki. Şu anda mesela, ben varım, bir de klavye var önümde. Hafif kirli balkon camından yansımam var sağ tarafta. Sol tarafta 6 raflı, buna tam olarak ne denir bilmiyorum, ahşap desen değil, plastik desen değil... Bir  yapı var. Kimse yok yani. Tıkır, tıkır, tıkır. Tuş sesinden başka ses, kendi nefesimden başka nefes yok.
Bu, kim ne derse desin, gerçekten özel bir an.

Peki bu kadar laf salatasından sonra, asıl, en başta sorulması gereken soruya gelelim... Neden şimdi yazıyorum? Hani özeldi? Hani paylaşmak istemiyordum?

İnsan böyle bir varlık işte. Ben yalnız kalmak istiyorum diyor, 2 dakika sonra, neden yalnızım diye soruyor. Beni çok sık boğaz etmeyin diyor, neden arayıp sormuyorsun diye ekliyor. Barış, dostluk, kardeşlik diyor,  bir bakıyorsunuz yanındakini boğazlıyor. Blog özel bir şey diyor, bir bakıyorsunuz, sağıyla soluyla paylaşıyor.

Sonuçta iyi kötü ben de bir insanım. Ve evet, itiraf etmesi zor da olsa çok yalnızım. Gördüğüm, işittiğim, yaşadığım, aklıma gelen... Güzel, çirkin bir şeyler hissettiğim zaman paylaşmak istiyorum. O yüzden Facebook duvarı denen naneye günde 10 kere bir şeyler paylaşıyorum. O yüzden ekşi sözlük denen yerde yazıyorum. Demek ki bunlar yetmiyor, o yüzden blog yazmak istiyorum, yazıyorum.

Bu ilk yazım. Sonrası gelir mi? Belki....

People are strange, when you are stranger...